29 Temmuz 2013 Pazartesi

Stalingrad Kuşatması


Almanya artık eskisi gibi üstün bir savaş gücü değildi. Savaş meydanında bulunan tankları oldukça yıpranmış ve piyade birlikleri Rusya’nın coğrafi şartlarına ayak uydurmakta oldukça zorlanıyordu. Hava kuvvetlerinin üstünlüğü hala devam etmekteydi. Ruslar Almanlardan çok önemli bir savaş stratejisini öğrenmişlerdi. Hitler’in de Stalingrad’a yönelmek istemesi bu planlarını çok iyi icra edebilecekleri anlamına geliyordu.
Hitler, zamanla Stalingrad’ı kendisiyle Stalin arasında kişisel bir kuvvet denemesi yapılacak yer olarak görmeye başladı. Bunu yaparken de stratejik gayesini değiştirmişti. Çünkü böyle bir hücum, Kafkaslardaki A Ordu Grubunun, Stalingrad yakınlarına gelmesiyle mümkün olabilirdi. Bir müddet sonra, Kleist, keşif dışında, bütün hava desteğinden yoksun kaldığından şikayet ediyordu. Çünkü lojistik hava ve ağır topçu desteğinden mahrum bırakılmıştı.[1]
Kötü istihbarat, Almanların harekata ilişkin bu yanlış hesaplarının olumsuz etkilerini daha da arttırıyordu. Gerçekten Almanlar; 11 ordu, çok sayıda bağımsız mekanize kolordu, süvari ve tank kolordusu, tank tugayı ve öteki birlikler; 13.500 top ve havan ile 1.100 uçaksavar topu, 115 roket topçu müfrezesi, 900 tank ve 1.115 savaş uçağı ile yapacağımız Stalingrad genel karşı taarruzuna ait hazırlıklarımızın farkına varamamışlardır.[2]
Ruslar bu sayede kendi tank savaşı stratejileri uygulayabileceklerdi. Öncelikle Stalingrad içlerine doğru sahte bir geri çekilme gerçekleştirdiler. Almanlar Volga nehrinin kıyısında bulunan ve Rusların lideri olan Stalin’in adını taşıyan manevi ve nehir taşımacılığı için önemli olan bu şehri işgal ettiler. Fakat nehrin karşı tarafında bulunan Rus birlikleri Stalingrad’a çıkarmalar gerçekleştiriyordu. Hitler’in savaş esnasında en saçma emirlerinden olan “Dur ve Savaş” zihniyeti Alman Ordusunun harekat kabiliyetini oldukça kısıtlıyordu. Bu panzer birliklerine çok aykırı bir görüştü. Fakat General PaulusFührer’in emirlerine uyarak askerlerini bile bile ölüme terk ediyordu. Stalingrad Savaşı artık iki ordu açısından savaşın anahtarı olarak görülüyordu. General Paulus’un 6’ncı Ordusu diğer Alman kuvvetlerinin yardıma gelemeyeceği bir noktadaydı ve tamamen tedarik edebileceği hiçbir şey yoktu. Ruslar panzerlerden yoksun Almanların üzerine ani bir tank harekatı düzenleyerek kuzeyden ve güneyden olmak üzere iki koldan kuşatma altına aldılar.[3]
Güneydeki Alman birlikleri yok edilmiş ve şehre yakın birliklerse üç aylık bir çarpışma sonucunda kuşatılmakta olan 6’ncı Orduyu saran çemberin içine itilmişti.
Bu koşullar altında, 4’ncü Panzer ordusunun gücünü kaybetmiş zırhlı birlikleri, Stalingrad’ın iki taraftan kuşatılmasına engel olamadı. 23 Kasım’da 6’ncı Ordu ve 4’ncü Panzer ordusunun bir kısmı, tamamen kuşatıldı. Çemberin içinde, teçhizatı yıpranmış ve büyük ikmal maddeleri sıkıntısı çeken 200.000 kişilik bir Alman kuvveti vardı. Bunlarla Güney Ordu Grubunun geri kalan kısmı arasında 40 mil derinliğinde bir Rus kuşatma hattı uzanıyordu.[4]
Bu Alman Ordusu için çok büyük bir darbedir. Çünkü aynı taktiği kullanarak neredeyse tüm Avrupa’yı işgal etmişlerdi. Şuan da Ruslar Yıldırım Savaşı taktiğini uygulayarak Almanları kuşatma altına almışlardı. Üstelik Ruslar lojistik desteklerini daha güvenli olarak gerçekleştiriyorlardı. Kuşatma altındaki Alman Ordusunun Generali olan Paulus’un kuşatmanın ilk günlerinde yazmış olduğu mektupta herşeyi ayrıntılı açıklıyor:
Çemberin kapanması güneybatıda ve batıda başarılamadı. Buralarda yakında düşman girmelerinin vaki olması kuvvetle muhtemeldir.
Cephane ve akaryakıt bitmek üzeredir. Birçok batarya ve tanksavar silahı cephanesini tüketti. Zamanında, yeterli ikmal yapılması da imkansız.
Eğer bütün kuvvetler toplanarak güneyden ve kuzeyden taarruz etmekte olan düşmana imha edici bir darbe indirilmezse, Ordu en kısa zamanda imhaya doğru gider.
Bunun için Stalingrad’dan bütün tümenlerin ve kuzey cephesinden güçlü birliklerin derhal çekilip alınmaları lazımdır. Doğu ve kuzey cepheleri böyle zayıf durumda daha fazla tutunamayacakları için, er ya da geç güney batı yönünde yarma yapılması gerekecektir. Bu takdirde çok sayıda malzeme kaybederek de, pek çok değerli savaşçı ve hiç olmazsa bir kısım malzeme de korunacaktır.[5]
Kuşatma altındaki Alman askerleri artık açlıktan ölmeye başlamışlardı. Hitler bu haberler karşısında bir şeyler yapmak zorundaydı. Çünkü Stalingrad’tan gelecek kötü bir haber Almanya’nın moralini bozmakla birlikte ırk teorilerine kesinlikle ters olacaktı. Alman ideolojisi ırkçı olduğu için dünyadaki tek yenilmez ırk olduklarını kabul ediyorlardı. Hitler ve Mareşal Göering birlikte kuşatma altındaki birlikleri kurtarmak için bir plan geliştirdiler. Bu planın adı “Hava Köprüsü” bu plan lojistik açısından çok değerli bir plandı. Tamamen kuşatma altında bulunan bir orduya nasıl ikmal ve yardım hatları oluşturabileceğini kanıtlamıştı. Hava Köprüsü kuşatma altındaki birliklere nakliye uçaklarıyla yardım göndermeyi amaçlıyordu. Bu plan aslında çok mantıklıydı ama Almanlar burada stratejik hatalar yaptılar.[6]
Yapılan hesaplardan 51’nci Kolordu için havayoluyla yeterli bir ikmal yapılmasının şüpheli, ordu içinse tamamen imkansız olduğu ortaya çıkıyor. 31 adet JU veya başlangıçta düşünülmüş olan diğer 100 adet JU uçağının sağlayabileceği ikmal desteği, sadece bir damladır. Ümitlerin buna bağlanması, bir saman çöpüne tutunmak demektir. Ordunun ikmali için lüzumlu olan çok sayıda JU uçağının nereden sağlanacağı belirsizdir. Mevcut olsalar dahi, bu uçakların Avrupa’dan ve kuzeyden topluca uçurulması zorunludur. Ayrıca bunların kendi yakıt ihtiyaçları böyle çok uzun mesafelerde muazzam olur. Bu sarfın tüm savaş sevk ve idaresi için yaratacağı operatif sonuçlar bir yana, şimdiye kadar yaşanılan yakıt durumu müvacesinde duyulacak devasa, yakıt ihtiyacının karşılanması son derece şüpheli görünmektedir. Düşünülmekte olan 130 uçak yerine günde 500 uçak inecek olsa bile 1.000 tondan daha fazla malzeme taşınamaz. Bu ise, yaklaşık 200.000 kişilik, büyük savaş içinde bulunan stokları tükenmiş bir ordunun ihtiyacını karşılamaya yetmez.[7]

İlk tahminler bu operasyonun gerçekleşemeyeceğini kanıtlıyordu. Goering bu operasyonda başarı elde edeceklerinin garantisini veriyordu. Hitler’de bu operasyonun başarılı olacağı kanısındaydı. Hava Köprüsü operasyonunun detaylı olarak raporunda ne kadar olumsuz olduğu ve planlamanın zayıf olduğu ortaya çıkmaktadır.
Madde 1.
Kuşatılmanın başında (1942 Kasım ayının sonunda) Stalingrad kalesinin kazan mevcudu yaklaşık 260.000 kişiydi. 1942 Aralık ayının sonunda bu miktar ölümler ve havadan tahliye edilen yaralılardan ötürü 250.000’e düştü. 6’ncı Ordu Komutanlığı Aralık ayının sonu itibariyle günlük ikmal maddesi ihtiyacını en az iaşe ve cephane istihkakı hesabıyla 300 ton takdir etti ve kıtaların savaş gücünü uzun vadede korumak ve büyük savaş günleri için benzin ve cephede sağlam bir stok ekonomisi yürütebilmek için de ayrıca günde 200 ton ikmal maddesi talep etti. Demjansk kuşatmanın yaklaşık 100.000 kazan mevcudu için günde 400-500 ton ikmal maddesi sarf ettiği düşünülürse, bu isteğin son derece mütevazi olduğu söylenebilir.
Ayrıca yerel koşullara göre hava durumu veya düşman etkisiyle havadan ikmalin birkaç gün yapılmayacağı ve bu nedenle talep edilmiş olan günlük ortalamayı elde etmek için diğer günlerde daha fazla ikmal maddesinin havadan nakledilmesinin gerekebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu esasları göre kullanılmaya hazır uçakların taşıma kapasitesi ve miktarı hesaplanmalıdır. Bu miktar, Stalingrad’ın düşmesi halinde en az 700 ton olurdu. Fakat gerçekte Stalingrad’ta kış ortasında havadan taşınan ikmal maddesi günlük ton ortalaması (23.11.1942) 1.2.1943 / 100 tonun altında oldu. Kuşatılmış birliklerin silah ve teçhizat türü cephane ve benzin ikmalinde önemli bir rol oynar.
Madde 2.
Stalingrad Kalesi’ndeki stoklar.
6’ncı Ordu Stalingrad civarındaki muharebelerin başlamasından bu yana (23.8.1942) tüm ikmal alanlarında sürekli olarak elde ve avuçtakini yiyip bitirmek zorunda kaldığı için, kuşatılma sırasında stok seviyeleri çok düşüktü. Sadece bir şehir cephesinde, doğu istikametinde kullanılmış olan 51’nci Kolordu (vonSeydlitz), önceden planlanan taarruzunu durdurmak ve bazı düşman hububat ambarlarına el koymak suretiyle, daha sonra tüm kaleye yararı dokunan birkaç cephane ve yiyecek deposuna sahipti. Bu stoklar, piyade tümenlerinin ve Romen süvari tümenlerinin büyük at varlıklarıyla birlikte kalenin uzun bir süre dayanmasına önemli ölçüde katkıda bulundu.
Madde 3.
Kalkış alanlarının mesafesi.
Kuşatmanın başında kalkış hava limanları olarak yaklaşık 100 kilometre  mesafede bulunan Morosowskaja ve Tazinskaja uçak alanları emre amade bulunuyordu. Kullanılmaya hazır durumda olan uçaklar, bu alanlardan herhalde ortalama üç kez çıkış yapabilmişti. Morosowskaja ve Tazinskaja devamlı olarak emre amade bulunmuş da olsaydı, kullanıma hazır uçak sayısının çok az oluşu karşısında 25.1.1943’e kadar talep olunan günlük ortalama 500 tonluk ikmal maddesi miktarına yaklaşık olarak dahi erişilemezdi. Esasen, bu iki hava alanını Stalingrad Kalesi’nin kurtarılmasına kadar düşmana karşı savunulması imkanı, baştan itibaren son derece şüpheli mütalaa edilmekteydi.
Düşman tarafından Tazinskaja ve Morosowskaja’nın ele geçirilmesinden sonra kalkış alanlarının 300-400 kilometre uzaklıktaki havaalanlarına, yani Salsk(burası daha sonra terkedilmek zorunda kalındı), Sswerewo, Nowotscherkask, Stalino, Konstantinowka’ya intikal ettirilmesi gerekti. Bir limanın tesisi ve gerekli ulaşım malzemesiyle ikmali zaman aldığı için, deneyim kalkış hava limanlarının başka bir yere intikalinin her şeyden önce kuşatılmış birlikler için ikmal maddelerinde önemli bir düşüşü de beraberinde getirdiğini gösterdi.
Gerekli hava korumasının menzili artık gündüzün yeterli olmadığı ve kale üzerindeki uçaksavar savunması da gündüzleri çok kuvvetli olduğu için, kalkışlimanlarınınhalihazır mesafeleri karşısında kullanılmaya hazır JU 52’ler ancak geceleyin birkez uçabiliyorlardı. HE-111’ler ve Condorlar da bunukış ortasındaki güç koşullar altında günde ortalama olarak en fazla 1 ½ uçuşa çıkardı.

Madde 4.
Kalkış ve iniş alanlarındaki hava koşulları.
Bunlar Stalingrad Kalesi’nin ikmalinde çok büyük rol oynadı. Başlangıçta kalkış ve iniş arasında sadece 100 kilometrelik bir mesafe varken, hava koşulları çıkış ve iniş sırasında pek büyük farklılıklar gösterdiği halde, daha sonraki zamanda ikmal mesafesi 300 ve daha fazla kilometreye çıkınca durum son derece güçleşmişti. Havanın karakteri kalkış alanlarında ve bizatihi kalede öyle değişmişti ki, her iki faktörün de özel surette hesaplanması sorunlu oldu ve kalkış limanında, ya da Stalingrad Kalesi’nde havanın kalkış ve inişi imkansız kılması çok sık vaki oldu.
Stalingrad deneyimlerine göre, kuşatılan kıtaların günlük ve düzenli ikmaline tahsis edilen her uçaktan geceleyin uçma ve gündüzün bulutların korumasından tamamen yararlanabilme yeteneğine sahip olması talep edilmelidir.
Madde 5.
Söz konusu olan uçak alanlarının kalkış ve inişler için aydınlatılması.
Bir kalenin ya da bir “kuşatma çemberi”nin savunması, onun sürekli ve düzenli ikmal edilmesine bağlıdır. İkmalde müteaddit gün kaybı, kesin yenilgi demek olabilir. Bu nedenle, havadan ikmal için baş koşul, bu iş için gerekli tüm uçak alanlarının yalnız kuru havada veya donda değil, aynı zamanda çamur dönemlerinde veya uzun süreli yağmurlu havalarda da tamamen yararlanılabilir durumda olmalarıdır. Kasım sonundan şubat başına kadar tüm uçak alanlarında sürekli ve şiddetli don hüküm sürdüğü ve kar yığınları zamanında yeterince kalkış ve iniş pistleri sağlanamayacak kadar büyük olmadıkları için, bu güçlük Stalingrad Kalesi’nde görülemedi.
Stalingrad Kalesi başlangıçtan itibaren sadece iki uçak alanına (Pitomnik ve Passargino) sahipti. Bu miktarın çok az olduğu meydana çıktı. Başlangıçtan itibaren gece inişleri içinde yedek havaalanı olarak iki alan daha tesis etmek gerekirdi. Bunların yokluğu daha sonra çok olumsuz etki yaptı. 6’ncı Ordu Komutanlığı’na bu ihmalinden dolayı beraat kararı verilemez. Çünkü bu komutanlık Hava Kuvvetleri tarafından Gumrak’ta bir yedek havaalanı kısa bir süre sonra düşme tehlikesine maruz kaldığında bunu yerine getirdi. Gumrak Havaalanı’nın niçin çeşitli noksanlıkları olduğu bu olayla açıklanabilir.
Madde 6.
Harekete hazır uçakların miktarı ve bunların ikmal ulaşımı için büyük kapasiteleri.
Gündeliğine gelmiş olan uçaklarla –özellikle sırf ulaştırma birliklerinde- Hava Kuvvetleri’nce Stalingrad Kalesi’nin ikmali için emre verilen uçakların nispetsizliği o kadar büyüktü ki, bu kış ortasında uzman personeli dahi hayrette bıraktı. Bu konuya ait nedenler benim bilgi ve tecrübe alanımın dışında kalır. Mareşal Milch’in bu hususta almış olduğu sert ve kesin önlemler de belirli bir işlem süresine ihtiyaçları olduğu için, artık kaleye etkili olamıyordu.
Kalenin durumu bu arada ilk yedi haftadaki noksan ikmalden ötürü ümitsizleşmişti.
Ancak burada bir kez daha açıkça saptanılması gereken önemli bir husus vardır. O da, kuşatılmış bir kıta topluluğunun ikmalinde emre amade bulunan ikmal uçaklarının toplam miktarına değil, aksine harekete hazır uçakların miktarına önem verileceğidir. Bunun için Mareşal Milch tarafından “Stalingrad’a Özgü Çember Düzeni” kavramı yaratıldı. Bu kavramla, yalnız teknik durumları ve mürettebatlarının eğitim düzeyi en güç koşullar altında dahi ikmal uçuşu icaplarının tamamen üstesinden gelmiş olan uçaklar düşürülüyordu. Bu icaplar her durumda koşullara göre biraz birbirinden farklı olacakları için, sözü edilen kavram daha sonraki haller için de tavsiye olunabilir.
Madde 7.
Kalkışalanlarındaki ikmal maddeleri ve bunların ambalaj malzemesi.
Kuşatılmış cepheler için ikmal maddelerinin zamanında tedarik edilmesi ve bunların doğru ambalaj malzemesiyle birlikte hazırlanması Kara Kuvvetleri Komutanlığı yetkili idari yarbaşkanının işidir.
Ayrıca aşağıdaki hususlar da göz önünde bulundurulur :
a.       Su ihtiva eden konserveler değil, sadece yoğunlaştırılmış yiyecek maddeleri.
Deneyimle en iyi olduklarını kanıtlamış olanlar:
Kutular içinde sığır eti ve pres edilmiş kuru sebzeler, sosis, domuz yağı, iç yağı, tereyağ, çikolata, şeker, tuz, pres edilmiş çay, vitamin tabletleri… Ancak, kuşatılan kıtalarda yeterli miktar ve kapasitede fırın varsa, ekmek yerine un nakletmek çok daha verimli olduğu için amaca uygundur. Stalingrad Kalesi’nde eldeki fırın miktarı azdı. Bu nedenle kıtaların esas itibariyle hazır ekmekle ikmal edilmesi gerekiyordu. Bu konuda peksimet en işe yarayan gıda maddesiydi.
b.      Cephane
Kuşatılmış kıtaların cephane yerlerinin bir araya toplanmasına ilişkin taleplerin telsizle bildirilmesi usul ittihaz edilmiştir. Fakat tecrübelere göre bu istekler ancak 24 saat sonra sonuçlandırılmaktadır. Zırh delici ve hafif sahra obüsü mühimmatı en çok sarf ediliyor. Makineli tüfek cephanesinin şeritlere dizilmesi gerekiyor.



c.       Benzin
Bir kuşatma çemberindeki güç koşullar içinde tank ve normal motorlu araç benzini ikmalinde bir ayırım yapılamayacağı için, yüksek değerli tank benzini esas itibariyle havadan nakledilmelidir. Ayrıca kuşatılan birliklerin isteklerine uygun olarak dizel yakıtı ve her iki yakıt deposu için doğru oranda yağ da sevkedilmelidir. Tüm ikmal uçaklarının, çıkışlarından önce, dönüş için lazım olmayan yakıtı iniş alanlarında bırakabilmek için tüm depoları doldurmaları gerekir. Stalingrad deneyimlerine göre, böyle durumlar için tank motorlarımızın da uçak benzinini sakıncasız (sübaplarınkromlaşması!) kullanacak şekilde imal ve ayar edilmeleri herhalde hoş ve makbule geçen bir şey olurdu.
d.      Ambalaj Malzemesi
İkmal maddeleri, iniş alanlarındaki koşulların inişe elverişli olmayabileceği ihtimali göz önünde tutularak, gerektiğinde uçaktan atılabilecek şekilde ambalajlanmalıdır. Bu durum Stalingrad Kalesi’nde Ocak ayının başından itibaren meydana gelmişti.
Paraşüt tertibatlı mutad küçük ve büyük ikmal bombalarının yanında, yine paraşüt tertibatlı ikmal çuvalları da yiyecek atmada çok işe yaradı. Çuvalların yerleştirilmesi ve atılmasına ünsiyet peyda ettirilmek suretiyle tüm ulaştırma uçaklarının taşıma kabiliyetinden tamamen yararlanılabilindi. Ekmek gerektiğinde alçak irtifadan çuvallar içinde paketlenmiş olarak paraşütsüz de atılabilmektedir. Çoğunlukla kırılıyorsa da, insan beslenmesi için kullanılabilmektedir.
Mareşal Milchkarargahının gayretiyle münferit çıkış alanlarındaki hava birlikleri komutanların maiyetine yaşlı, tecrübeli kara subayları (kurmay subaylar veya yüzbaşılar) verildi ve bunlar Kara Kuvvetleri makamlarınca ikmal maddelerini uçaklara zamanında ve doğru olarak getirip yükletmekle görevlendirildiler. Bu önlem son derece yararlı oldu. Pek çok sürtüşme bununla ortadan kaldırılabildi. Sözü edilen subaylar ikmal maddelerinin zamanında ambalajlanması ve uçaklara getirilmesi için yeterli eratın elde hazır olmasını sağladılar. Stalingrad Kalesi’ndeki duruma göre ikmal maddelerinin paketlenmesi ve her uçak için ayrılmış yüklere bölünmesinde etkili oldular, bu suretle de hiç olmazsa çok lüzumlu olan tüm ikmal maddelerinden bir kısmının kaleye ulaşmasını başardılar. O zamanki durumda ikmal dairesi memurlarının yersiz yazı ve hesap işlerinden ötürü hasıl olan zaman kaybını önlediler. Kaleden geri dönen uçak mürettebatından oradaki düşman durumu hakkında şahsen bilgi aldılar ve kaleden uçakla çıkarılıp kurtulmuş olan askerlerin bakım ve korunmasını sağladılar.[8]
Böyle ağır bir kuşatma altındaki Alman Ordusu artık pek bir etki gösteremiyordu. Savaş raporlarında da belli olunduğu üzere yeterli lojistik destek sağlanamıyordu. Stalingrad’ta bulunan Almanlar artık artan saldırılara dayanamayarak teslim oldular. Almanlar bu kuşatma sonrası en büyük yenilgilerini almışlardı. Alman askerlerin morali artık çok bozulmuştu. Eskiden olduğu gibi kendilerini yenilmez hissetmiyorlardı artık.



[1]Macksey K. J. , Panzer Birlikleri, Kastaş Yayınları, İstanbul, 2003 s. 104
[2]Jukov G. K. , Kitle Savaşının Ustası Mareşal Jukov, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 233,234
[3]Kaynak Belgesel: Kawai K. , Apocalypse World War 2 (The Great Landings) 5/6, NationalGeographic, 2009
[4]Macksey K. J. , Panzer Birlikleri, Kastaş Yayınları, İstanbul, 2003 s.106, 107
[5]Jacobsen H.A. 1939-1945 Kronoloji ve Belgelerle İkinci Dünya Savaşı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1989 s. 483
[6] Kaynak Belgesel, Apocalypse World War 2 (The Great Landings) 5/6, NationalGeographic, 2009
[7]Jacobsen H.A. 1939-1945 Kronoloji ve Belgelerle İkinci Dünya Savaşı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1989 s. 485
[8]Jacobsen H.A. 1939-1945 Kronoloji ve Belgelerle İkinci Dünya Savaşı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1989 s. 494, 495, 496, 497, 498, 499, 500

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Normandiya Çıkarmasındaki Lojistik Stratejiler

Savaşlarda en karmaşık harekatlar, “AmfibikÇıkarma”lardır. Tarihte çok azı başarılı olmuştur. Julius Ceaser ve Büyük William bunu başarmışlardı, ama organize olmuş bir mukavemetle karşılaşılan hemen her çıkarma başarısızlığa uğramıştır. Napolyon, Manş Denizi’ni aşamamıştı. Moğollar, Japonya’yı, İspanyollar İngiltere’yi istila etmek istediklerinde, kötü hava koşulları nedeniyle sonunu getirememişlerdi. İngilizler, 19. Yüzyılda Kırım’da, I. Dünya Savaşı’nda da Gelibolu’da engellenmişlerdi.[1]
Normandiya çıkarması öncesinde bu harekat çok tehlikeli gözüküyordu.Müttefik birlikleri, düşmanın dört yıl işgal altında bulundurduğu ve bu süre içerisinde tahkim ettikleri, engel ve mayınla döşedikleri bir kıyıya çıkmak zorundaydılar. Almanların Batı Cephesi’nde savunma amacıyla ellerinde elli sekiz tümen vardı ve bu tümenlerden on adeti her an karşı taarruz yapabilecek kabiliyete sahip panzer birlikleriydi.
Müttefiklerin, şu anda İngiltere’de toplanmış bulunan bu muazzam gücün tümünün muharebeye sokulmasının önünde iki sınırlama vardı. Birincisi; Manş Denizi’ni geçmek zorunda kalmaları, ikincisi de; mevcut çıkarma gemilerinin miktarıydı. İlk çıkarma dalgasında ancak altı tümen ve üç hava indirme tümeni kullanabiliyorlar ve sahilde olacak olan bu miktarı ancak bir hafta sonra iki katına çıkarabiliyorlardı.[2]
Führer, 3 Kasım 1943 tarihli, 51 No’lu emrinde büyük bir açıklıkla şöyle demektedir: Son yıllarda, Bolşevizm’e karşı yıpratıcı ve kayıplara uğradığınız savaşta, askeri kaynak ve enerjimize dayalı yüksek harcamalarımız had safhaya ulaşmıştır. Şimdi durum değişmiştir. Doğudan gelen tehdit hala mevcuttur, ancak Batıda daha büyük bir tehdit oluşmuştur; Anglo-Amerikan çıkarması! Doğuda alan çok geniş olduğundan, bir kısım toprağın kaybedilmesi Almanya’yı çok sarsmayacaktır, ama durum Batı için aynı değildir. Eğer düşman savunma hatlarımıza sızmayı başarırsa, gerisi çok kısa bir zamanda çorap söküğü gibi gider. (Bu sözleri şu anlama geliyordu: 1944’te başarılı bir Anglo-Amerikan saldırısı, Alman sanayisinin kalbi olan Rhine-Ruhr bölgesi için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Güney doğu İngiltere, Köln, Düsseldorf ve Essen’e Berlin’den daha yakındı. Ya da şöyle düşünülecek olursa; 1943’ün sonbaharında doğudaki cephe, Berlin’e 2000 kilometre uzaklıkta iken, batı cephesi Rhine-Ruhr bölgesine 500, Berlin’e ise 1000 kilometrelik bir mesafedeydi. Kızıl Ordu’nun başarılı bir saldırısıyla, Ukrayna ve Beyaz Rusya, Almanya’nın elinden çıkabilirdi, bunlar önemli ancak pek de kritik olmayan bölgelerdi. Oysa, 1944’te başarılı bir Anglo-Amerikan saldırısı ile Rhine-Ruhr bölgesi ele geçerse, Almanya’nın savaşma kapasitesi tamamen durdurulmuş olurdu.
1942 başlarında Hitler, meşhur 40 numaralı bildirisinde şöyle emrediyordu. Atlantik sahil savunması öyle düzenlenmeli ve öyle yerleştirilmeliydi ki, çıkarma daha karaya ulaşamadan ve anında engellenebilsin. 1942 Ağustos’unda da fanatik bir ruh hali içerisinde, Fransa’da kale gibi siperlerin inşa edilmesini emir buyurdu, böylelikle düşman, bu bomba işlemez beton tahkimatlardan yaylım ateşine tutulacaktı.
Hitler’in 1944’te, Batıya öncelik vermesinin nedeni askeri olmaktan ziyade politikti. 20 Mart’ta, Batıdaki önemli komutanlarına şunları söyledi: “Düşmanın çıkarma denemesi, yalnızca Batı cephesi için verilmiş bir karar olmaktan daha fazla anlam taşımaktadır. Bu, savaşın gidişatını etkileyecek ve sonucunu belirleyecek çok önemli bir karardır. Bir kez yenilirse, düşman tekrar işgale kalkışmayacaktır. Büyük kayıplar vereceklerinden, yeni bir deneme organize etmeleri için aylar gerekecektir ve çıkarma denemelerindeki başarısızlık, İngiliz ve Amerikalıların moralini bozacaktır. Bir şey daha var, Roosevelt yeniden seçilemeyecektir. Savaş yorgunluğu İngiltere’yi pençesine alacağı gibi, Churchill de yeni bir çıkarma operasyonu hazırlamayacaktır.
Hitler’in yapması gereken, nereden çıkarma yapılacağını tahmin etmek, orayı silahlandırmak ve bunları Müttefikler Atlantik Duvarı’nda tutulurken kullanmaktı. Düşman, tanklarla savuşturabilirdi. Beton siperler, ivme kazanmalarını engelleyecek kadar güçlü olursa, hafif silahlı ve zırhsız olan ilk dalga Müttefik kuvvetleri, Alman tankları tarafından denize geri püskürtülebilirdi. İşin püf noktası siperlerin en dayanıklı yapılması gereken noktanın bulunmasıydı.
Müttefik kuvvetler tarafından bir çıkarma yapılması şarttı. Bütün zorluklar ve Almanları avantajları (Almanların haberleşme ve savunma hatları, güçlü tahkimatları) Müttefikleri karar aşamasına getirmişti. Deniz ve hava araçlarının kontrolünün ellerinde oluşu ve çok çeşitli amaçlara uygun çıkarma teknelerinin kitlesel üretimi, Müttefiklere tartışmasız bir hareket kabiliyeti kazandırmıştı.
Almanlar ise, kara ve demiryolu ile ulaşım sağlayarak, 1944 ilkbaharına kadar Fransa’ya 50 piyade ve 11 panzer tümeni getirmişlerdi.
Müttefik kuvvetler Manş Denizi’ni aşarak kendilerini karaya çıkaracak olan nakliye gemilerinden nasıl ineceklerdi. İkinci Dünya Savaşı’nın başında, bunu hiç kimse bilemiyordu. 1930’ların sonlarında, sonraları Japonlarla çıkabilecek bir savaşta Pasifik’teki adalara saldırı yapılabileceği düşüncesiyle A.B.D. Denizcilik Bakanlığı, çıkarma gemisi yapımına ağırlık verilmesi konusunda baskı yaptı, ama Donanma, küçük araçlardan ziyade uçak gemileri ve savaş gemileri ile ilgileniyordu. Bu yüzden de, o zamana kadar çok az bir çalışma yapılmıştı. Wermacht, 1940 yılında Manş Denizi’ni geçerek İngiltere’ye saldırmayı planlamıştı. Piyade taarruz birliklerinin nakli, Avrupa’daki nehir ve kanallar için yapılmış olan dubalı mavnalar ile sağlanacaktı. Ancak bunların yalnızca sakin suda kullanılmaları gerektiğinden, azgın Manş Denizi’nde hiçbir işe yaramayacakları gün gibi açıktı.
İngilizler bir çözüm bulabilmek için LST, (landingship tank-tank çıkarma gemisi) ile daha küçük boyutlu olan LCT (landingcraft tank-tank çıkarma gemisi) çalışmalarına 1941’de başladılar. LST, kruvazör büyüklüğünde, 327 feet uzunluğunda, 4.000 tonluk ve her türlü dalgada kontrol edilebilecek düz zeminli bir araçtı. Sığ sularda bile karaya tank ve kamyonları çıkarma kapasitesindeydi. Kumsala yanaştığında, iki kapı yanlara açılıyor, araçlar rampadan dışarı çıkıyordu. İç kısmında düzinelerle tank ve kamyonları, güvertesinde de küçük çıkarma araçlarını barındırabiliyordu.[3]
LST’ler iki kısımdan oluşuyor. Ambar kısmına kamyon ve tank gibi ağır yükler güverte kısmına ise askeri teçhizat gibi ekipmanlar yerleştiriliyor. Bazı bölgeler LST’nin yanaşmasına elvermediği için Rayno adı verilen 15 metre genişliğinde 65 metre uzunluğunda metal levha şeklinde araçlar kullanılmıştır. Bu araçlar çift motorlu olup karadaki bir buldozer yardımı ile de karaya çekilebiliyor. Bu araç çok sığ bölgelere gemi olmaksızın çıkarma yapılabilmesini sağlıyordu.[4]
Gemilerin üretimi de en az tasarımları kadar zordu. Bir günde, kıyıya 3 ila 5 tümen taşıyacak büyüklükte bir gemi filosunun yapımında çeşitli güçlüklerle karşılaşılıyordu. Donanmanın da, tersanelerin de bu konuda pek deneyimi yoktu. Öncelikler konusunda bile çekişmeler oluyordu. 1942’de eskort gemileri ve ticaret gemiciliği daha önemli olduğundan, öncelik bunlara tanınıyordu. Bu işler için gerekli çelik ve motorlar ise çok daha önceden temin edilmişti.
Ama çıkarma gemilerinin en büyük üretim ve tasarımcısı, New Orleans’tan Andrew Jackson Higgins idi. Higgins, sözleşme yapılır yapılmaz, kitlesel üretimde de ne büyük bir dahi olduğunu gösterdi. New Orleans’ın çeşitli yerlerinde montaj hatları kurdu. Bunlardan bazıları çadırda bile üretiliyordu. En fazla 30.000 işçisi vardı. Zenci, kadın, erkek, New Orleans’ta ilk defa böyle bir ekip oluşmuştu. Higgins işçilerini, tıpkı bir generalin askerlerine yaptığı gibi motive ederdi. Montaj hattına kocaman bir afiş astırmıştı: “Her kim dinlemiyorsa, Mihver devletlerine (Almanya, Japonya, İtalya) yardım ediyor demektir!” Fabrikasındaki tuvaletlere, Hitler, Mussoloni ve Hirohito’nun resimlerini astırmıştı. Resimlerin üzerine onların ağzından şöyle yazdırmıştı: “Aferin aslanım, boş ver, sen burada oturdukça savaşı biz kazanırız!” Higgins, LCT’lerin tasarımını geliştirdi ve yüzlercesini üretti. PT teknesi denilen devriye botlarını tasarladı. Ancak, HigginsIndustries, en çok LCVP üretti. Temeli Higgins’in ‘Eureka’ dizaynı idi. 36 feet uzunluğunda, 10,5 feet eninde, dizel motorlu, korumalı bir pervanesi olan yüzen bir puro kutusu gibiydi. 36 kişilik bir müfreze, bir jip, ayrıca da 12 askerlik bir takım taşıyabiliyordu. Rampa metaldi ama yanları ve köşeli kıç kısmı kalın kontrplaktı. Fazla dalgalı olmayan denizde bile çok sallanıyor, yanlarından ve rampadan dalga alıyordu. Ama bir takım askeri kıyıya götürüp birkaç saniyede boşaltıyor, sonra dönüp ana gemiden yenilerini alabiliyordu. Kısacası ihtiyaca fevkalade cevap veriyordu.
Savaşın sonunda HigginsIndustries, 20.000 den fazla LCVP üretti. Bunlara “Higgins Botları” adı verilmişti. Akdeniz’de Fransa’da, IwoJima ve Okinawa ve diğer Pasifik adalarında hep kıyıya asker taşıdılar. Müttefik Kuvvetlerin diğer çıkarma gemilerine oranla, en çok sayıda Amerikan askeri Higgins Botları ile karaya çıkarılmıştır.
Müttefikleri, problemlerini çözme konusunda başka avantajları da olmuştu. Almanlar önceleri, paraşütçü birlikleri oluşturma konusunda oldukça hevesli olmalarına karşın, sonradan 1941’de Girit’in alınması sırasında çok büyük kayıplar vermeleri nedeniyle vazgeçmişlerdi. Küçük saldırılar için de nakliye güçleri pek yoktu. Ancak, İngiliz, Amerikalı ve Kanada ordularının Hava İndirme Birlikleri gayet iyi durumdaydı ve bunları düşman hatları gerilerine taşıyacak olan uçakları da vardı. Bu uçaklar C-47 Dakota’lar olarak tanınıyor, her biri 18 paraşütçü taşıyabiliyordu. Dakota, DC-3’ün askeri versiyonuydu. 1930’larda Douglas firması tarafından yapılmış olup, çift motorlu bir uçaktı. Çok hızlı değil (maksimum saatte 230 mil) ama üretilen en güvenilir ve en iyi tasarlanmış uçaktı.[5]
İngilizler istihbarat konusunda da çok ileri seviyede bulunuyorlardı. Radar sistemleri o dönemde Alman radar sisteminden daha iyiydi. Enigma adı verilen Alman gizli mesajlarının gönderildiği sistemi de çözmüş bulunuyorlardı. Bu sayede Alman Ordusu’nun operasyonel hareketlerini takip edebiliyor ve stratejik olarak çok büyük üstünlük kurabiliyorlardı. Almanlar bu nedenle Fransa üzerine yapılacak olan bu çıkarmanın nereden geleceğini tahmin bile edememişlerdi. İngilizler bu dönemde dünyanın ilk bilgisayarını kendi şifre cihazları olarak ürettiler. Çok karmaşık bir sistem kurulmuş ve hiçbir şekilde Almanlar tarafından çözülememişti.[6]
Müttefik kuvvetleri Ulaşım Hatları Planı adında bir hava bombardıman planını uygulamaya koydular. Bu plan tüm tedarik ve lojistik hatlarını etkisiz hale getirmek üzerine kuruluydu. Bir İngiliz raporunda: Düşman tarafından kontrol edilen batıdaki demiryolu sistemi, şimdiye kadar benzeri görülmemiş yoğunlukta ve uzun süreli olarak saldırıya maruz kalmıştır ve halen de kalmaktadır. 1.700 lokomotif ve 25.000 vagon tahrip edilmiş, hizmet edemez duruma gelmiştir. Ulaşım Hatları Planı, demiryolu araba ve makinelerinden başka, depolara, döner platformlara ve köprülere uygulandı.
Bu tür operasyonlar Almanların ulaşım hatlarına büyük zararlar veriyorlardı ve Fransa’daki birlikleri sahil kesimine hapsediyorlardı. Demiryollarının imha edilmesi nedeniyle, 1944’ün Mayıs ayı ortalarına kadar düzenli tren seferleri ile silah ve asker takviyesi yapılması imkansız hale gelmişti. Yakıt kıtlığı, bütün ulaşımı felç etmişti.[7]


Savunma mevzilerinin geliştirilmesindeki esas engel çalışma birlikleri ve malzeme eksikliği idi. Daha önceleri Fransa’da yararlanılabilen Todt çalışma örgütünün elemanları, hava akınlarında meydana gelen yıkımların tamiratı için Almanya’ya çekilmişlerdi. Aynı zamanda, gerekli işi kendileri yapmak durumunda kalan kıyı savunma tümenleri de çoğu kez altmış kilometreyi aşacak şekilde, çok geniş şeritler üzerine yayılmışlardı. Bunların ötesinde, gerekli malzemenin hem imalini, hem de nakliyesini önleyen Müttefik Hava Kuvvetleri’nin sürekli müdahalesi nedeniyle işlerin yapılmasına yetecek malzeme yoktu. [8]
6 Haziran 1944 gecesiDwight Eisenhower komutasındaki Müttefik kuvvetleri çıkarma harekatın başladılar. İlk etapta paraşütçü birlikleri Alman savunmasının arkasına inişlerini gerçekleştirdi. Aynı günün sabahı Normandiya sahillerine Amerikan, İngiliz, Kanada birlikleri çıkarma harekatını başlattılar. Çıkarmadan 7 saat sonra sahil Alman varlığından temizlenmiş durumdaydı. Çıkarmadan daha önemli olan karaya çıkan motorize ve askeri birliklerin ikmal hatlarının tedariğinin nasıl gerçekleştirilebileceğiydi. Müttefik birliklerinin tankların akaryakıt ve askeri mühimmatın ulaşımı için hazırlanan planları faal hale getirmeye başlamışlardı.[9]
İngilizleri asıl düşündüren bir çıkarma sırasında gerekli lojistik destek ve tedarik akışını nasıl gerçekleştirebilecekleriydi. Bunun için dünya tarihinde ilk defa düşünülen bir sistem düşünüldü.Müttefik güçlerin çıkartması askeri bir proje olarak ortaya konulmuştur. Bu projede askeri teçhizatınsağlanabilmesi için bir liman gerekiyordu. Kısıtlı süredeçıkarmanın başarılı olmasının anahtarı prefabrike birlimandı. Winston Churchill bu projenin fikir babasıydı. Projenin hayata geçirilebilmesi için günümüz kıyımühendisliği temel araştırma konuları olan kıyı özellikleri, rüzgar, dalga iklimi, dalga tahmini, akıntılar,zemin araştırmaları konularında bölgenin tüm verileriderlendi. Bu veriler ışığında liman projelendirildivse limanın parçaları olan büyük dubalar, iskeleler,köprü dubaları, bağlantılar İngiltere’de 1942-44 yıllarıarasında inşa edildi. Çıkartma gününden bir günsonra limanın parçaları denizden taşınarak çok kısasürede yerlerine monte edildi. 500 hektarlık bir alanısert fırtınalara karşı güvenli bir şekilde koruyacakdalgakıranlar inşa edildi, dört büyük boşaltma iskelesikuruldu.Savaş süresince bu iskelelerden günde 700 bin ton savaş malzemesi taşındı.[10]
Bu savaş sırasında yapılan bir yapay limandı. Bir hafta içerisinde inşa edilen bu yapay limanlar Manş Denizi’ne kurulmuş Fransa üzerindeki limanların çıkarma sırasında tahrip edileceği düşünülerek yapılmaya başlanmıştır. Mulberry I ve Mulberry II isimli limanlar savaş boyunca nakliye işlemleri için büyük bir fayda sağlamıştır. O dönemde bu limanlar için kasırga ve fırtınalara karşı dalgakıran sistemi geliştirildi. 60 metre uzunluğunda 20 metre genişliğinde beton bloklar yapılıp limanların çevresinde batırıldı. Ardından kullanılmayan eski ticaret, savaş gemileri bu limanların çevresine yine aynı işlevi gerçekleştirmek için batırıldı. Almanlar İngilizlerin böyle bir şey yapabileceklerini düşünmüyorlardı. Bu yüzden bir çıkarma operasyonunun liman olmadan çok büyük çaplı olacağını düşünmemişlerdi. İngilizler güvenli liman bulma sorununu düzenli dikdörtgen çelik rıhtımlar sayesinde çözüldü. Bu rıhtımların ayakları gelgitlerle alçaltılıp yükseltilebiliyordu. Yüzebilme yeteneği çelik ve beton dubalar ile sağlanıyordu. Bu sayede askerler ve araçlar yüzen rıhtımlarda boşaltılıyor ve karaya çıkmaları sağlanıyordu. Bu liman II. Dünya Savaşı’nın en yaratıcı inşaat faaliyeti olarak kabul edilmektedir.
Müttefiklerin karşısındaki en büyük problemlerden biri mekanize birliklere sürekli olarak yakıt sağlamaktı. Bunun için çözüm olarak kod adı “Pluto” yani Okyanus Altı Yakıt Boru Hattı bu yepyeni bir teknoloji idi. Yapay limanların kasırgalardan zarar görmesi nedeniyle böyle bir proje yapılmak zorundaydı. 7.5 santimetre genişliğinde çelik ve kurşun borular 45 kilometre uzunluğunda olmak üzere çıkarma öncesinde üretimine başlamıştı. Bu borular 110 kilometrelik Manş Denizi üzerinde birbirine bağlanarak denize indirildi. İngiltere ile Fransa arasındaki ilk bağlantı 12 Ağustos 1944’te işler hale gelmişti. 2 ay içerisinde 750 kilometrelik bir boru hattı kurularak Fransa’nın iç bölgelerine kadar ulaşmayı başardılar. Almanya’nın işgali sırasında yakıt sıkıntısını tamamen ortadan kalkmış durumdaydı.[11]
İngilizler bu şekilde yüksek derece saldırı için planlar gerçekleştirirken Almanlar savunma için pek bir şey yapamıyorlardı. Çünkü savunma için gerekli olan materyalleri sağlıklı bir şekilde tedarik edemiyorlardı. Alman anavatanının da bombalanması Normandiya sahillerine yeterli inşaat malzemesinin gönderilmesini engelliyordu.NormandiyaÇıkarması’ndaki bir diğer unsur köprüler idi. Özellikle Pegasus Köprüsü Müttefik kuvvetler için stratejik olarak çok önemli pozisyondaydı. Köprülerin daima çok stratejik önemleri vardı, çünkü savaşlar kaderini, köprüyü tutan, ele geçiren veya imha eden taraf tayin eder.[12]
Feldmareşal ErwinRommel’inNormandiya Çıkarması sonrası Adolf Hitler’e çektiği telsiz mesajında şunları söylemiştir:
Normandiya Cephesi’ndeki durum günbegün daha ağırlaşmakta olup, ağır bir krize doğru yaklaşmaktadır.
Savaşların şiddeti, düşmanın her şeyden önce topçu ve malzeme bakımından alışılmamış güçte malzeme kullanılması ve savaş alanına mutlak hakim olan düşman hava kuvvetlerinin etkisi karşısında zayiatımız tümenlerin savaş güçlerini süratle kaybettirecek derecede yüksektir. Anavatandan ikmal çok gecikmiş olarak geliyor ve güçleşen ulaşım durumu nedeniyle de cepheye ancak haftalar sonra ulaşıyor. Personel zayiatımız yaklaşık 97.000 kişiyi buldu. 28 general ve 354 komutan olmak üzere 2.160 subay kaybettik. Buna göre günlük ortalama personel zayiatı 2.500-3.000 kişiyi bulmaktadır. Buna karşılık şimdiye kadar personel ikmali olarak 6.000 kişi alabildik. Savaşmakta olan kıtaların malzeme kayıpları da son derece yüksektir ve bunların yerine şimdiye kadar ancak çok az miktarda yenileri konulabilmiştir; Örneğin, 225 tank yerine 17 tank alınabilinmiştir.
Yeni sevk edilen tümenler savaşa alışkın değildir ve topçu, zırh delici silah ve tankla mücadele vasıtalarıyla yeterli donatılmadıklarından ötürü de saatlerce süren trampet ateşini ve şiddetli bomba saldırılarını müteakip yapılan büyük düşman taarruzunu sürekli def ve tard edecek durumda değildir. Savaşların da gösterdiği gibi, düşmanın bu hesapsız malzeme kullanımı nedeniyle en cesur kıtalar da parça parça dağılıp yok olacak…
İkmal koşulları, demiryolu ağının tahrip edilmesi ve cephe gerisinde 150 kilometre derinliğe kadar karayollarının düşman hava kuvvetlerince şiddetli tehlike altında bulundurulması nedeniyle öyle zorlaştı ki, ancak en lüzumlu olan ikmal maddeleri getirtile biliniyor ve her şeyden önce de topçu ve bomba atar cephesinin son derece tasarruflu sarf edilmesi gerekiyor. Söz edilmeye değer yeni kuvvetler Normandiya Cephesi’ne artık sevk edilemiyor. Düşman tarafındaysa her gün yeni kuvvetler ve büyük miktarda savaş malzemesi cepheye aralıksız akıyor. Düşman ikmali hava kuvvetlerimiz tarafından taciz edilemiyor. Düşman baskısı sürekli şiddetleniyor.
Bu koşullar altında, düşmanın yakın bir zamanda 14 gün 3 hafta yalın kat cephemizi öncelikle de 7’nci Ordu bölgesinde yer alabileceği ve Fransız bölgesinde genişliğine ilerleyebileceği hesaba katılmalıdır. Sonuçlar tahmin edilemeyecek kadar kötü olacaktır.
Kıtalar her yerde kahramanca savaşıyor; fakat eşit koşullarda cereyan etmeyen savaş aleyhimizde sona yaklaşıyor.[13]
Amerikan kuvvetleri çıkarmanın ardından sırasıyla Fransız şehirlerine girmeye başladılar. 1 Ağustos itibaren, Avranches’de Alman cephesini yarmayı başardılar. Bu başarıdan faydalanarak 25 Ağustos’da Paris’e girdiler.[14]
Müttefik ilerleyişi devam ederken Dwight Eisenhower’ın şu sözleri lojistik biliminin bir savaş sırasında ne kadar önemliolduğunu özetliyor: “Ordumuzun geniş bir cepheye yayılması ve sürekli olarak ilerlemesi, bizi gittikçe artan bir ikmal problemiyle karşı karşıya getiriyordu. İkmal hatlarımız gittikçe uzuyor, tahrip edilmiş köprü ve yolları onarmak, baş ağırtıcı bir mesele olarak bizi uğraştırıyordu. Üstelik bu uzak üslerden ikmal malzemesini ileri uçlara kadar götürebilmek çok zaman aldığından ikmal aracı sıkıntısı da çekiyorduk. Ama lojistik teşkilatımız bunun da üstesinden gelmek becerisini gösterdi. İhtiyaca yetmeyen kamyonları hiç durmadan, günde hemen hemen yirmi saat çalıştırmak suretiyle devamlı bir ikmal akımı sağladı. Allahtan ki, Müttefik Hava Kuvvetleri, çıkarmanın ilk günlerinden itibaren tam bir hava hakimiyeti kurmuşlar ve karınca örneği gece gündüz durmadan koşuşturan bu araç konvoyları rahatsız edilmeden ve herhangi bir kesintiye uğramadan faaliyetlerini sürdürmüşlerdi. Şayet düşmanın normal bir hava etkisi olsaydı, bizim böyle bir ikmali gerçekleştirmemiz hiçbir şekilde mümkün olmazdı.
İkmalin yapıldığı karayolları ve demiryollarının onarım ve bakımlarını sağlayan ve her türlü hava şartlarında bu ikmal damarlarını gidiş gelişe açık bulunduran istihkam subay ve erlerinideminnetle anmam lazım. İnşaat mühendisleri ve demiryolu mühendisleri, yıkılan köprüleri, bozulan yolları tamir etmek için durup dinlenmeden çalışıyorlardı.”[15]
Çıkarma sonrası Müttefik kuvvetleri Almanya içlerine doğru ilerlemeye başladılar. Tabi herşey tam takır gitmiyordu Müttefik kuvvetler için de bazı üretim hataları da savaştaki bazı ulaşım hatlarını sekteye uğratıyordu.
Yakıtının bitmesinin ve Fransa içinde neredeyse yürümek zorunda kalmasının nedeni Patton için çok basitti. Onun düşüncesine göre, Eisenhower’ın, kuzeyde bulunan Montgomery’nin ihtiyaçlarına öncelik tanımasıydı. Amerikan Birinci Ordusu Montgomery’in İkinci Ordusu’nu kendi kaynaklarından besliyordu. Buna ek olarak, üç tonluk İngiliz kamyonlarından 1.400 tanesinin pistonlarının hatalı olması ve bu nedenle de görevden alınmaları, Montgomery’nin Birinci Ordu’nun kamyonlarından yararlanmasını gerektirmiş ve Birinci Ordu da Üçüncü Ordu’ya müracaat ederek kamyon istemişti.[16]


Müttefik kuvvetleri NormandiyaÇıkarması’nın ardından Alman topraklarını istilaya başladı. Almanya doğu cephesinde de ağır kayıplar veriyordu. Kuzeyde de Norveç ve Danimarka da bulunan toprakları elden çıkmıştı. Artık Almanya’yı büyük bir çöküş bekliyordu.



[1]Ambrose S. E. , D-DAY 6 Haziran 1944 İkinci Dünya Savaşının Nefes Kesen Mücadelesi, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 36
[2]Hart, L. , II. Dünya Savaşı Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998 s. 575
[3]Ambrose S. E. , D-DAY 6 Haziran 1944 İkinci Dünya Savaşının Nefes Kesen Mücadelesi, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 28, 33, 34, 37, 39
[4]Kaynak Belgesel;Modern Marvels D-DAY , History Channel, 2004
[5]Ambrose S. E. , D-DAY 6 Haziran 1944 İkinci Dünya Savaşının Nefes Kesen Mücadelesi, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 41, 42
[6]Kaynak Belgesel; Modern Marvels D-DAY, History Channel, 2004
[7]Ambrose S. E. , D-DAY 6 Haziran 1944 İkinci Dünya Savaşının Nefes Kesen Mücadelesi, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 81, 82
[8]Hart L. , Hitlerin Generalleri Konuşuyor II. Cilt, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 550
[9]Kaynak Belgesel: World War2 , BBC Channel, 2005
[10]Ergin A. , Kıyı Mühendisliği, Türkiye Mühendislik Haberleri Kıyı ve Liman Mühendisliği, 420, 2002, s. 60, 61
[11]Kaynak Belgesel; Modern Marvels D-DAY, History Channel, 2004
[12]Akan E. , II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’da Stratejik 3 Köprü Pegasus-Arnhem-Remagen Savaşları, 2005, s. 5
[13]Jacobsen H.A. 1939-1945 Kronoloji ve Belgelerle İkinci Dünya Savaşı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1989 s. 445
[14]Meydan Larousse, Büyük Lugat ve Ansiklopedi, Cilt 6, Sabah, s. 12
[15]Eisenhower D. , Eisenhower Avrupa Seferi, Kastaş Yayınevi, 2001, s. 179
[16]Whiting C. , General Patton, Kastaş Yayınevi, 2001, s. 64

2 Temmuz 2013 Salı

Danimarka ve Norveç’in İşgali İçerisinde Gerçekleştirilen Lojistik Faaliyetler

Polonya’nın işgalinden sonra 6 ay boyunca kuvvetler birbirleriyle savaşa girmediler. Taraflar arasında şiddetli diplomasi trafiği sürdürülüyordu. Almanya İngiltere’ye barış teklifi sundu. İngiltere beklenildiği gibi bu barış teklifini reddetti. Eğer barış teklifi kabul edilseydi, bu İngiltere Hükümeti için savaşın mağlubiyetini kabul etmek demekti. Ayrıca Atlantik denizindeki savaş hiç hız kesmeden devam ediyordu. Daha savaşın ilk günlerinde Atlantik denizinde hazır bulunan Alman denizaltıları İngiliz ve Fransız gemilerine ağır kayıplar veriyorlardı.
Kara cephelerindeki bu ölü sessizliğine karşın denizlerde savaş daha ilk günden başlamıştı. Alman denizaltıları ( U-boatları ) harbin devamı boyunca batıracakları 2.600 geminin ilk talihsizlerini seçmiş ve deniz dibine göndermeye koyulmuşlardı. Sanki ne zaman, nerede, nasıl saldıracağı bilinmez şu pusudaki U-boatlar azmış gibi Almanlar bir de mıknatıslı mayınları sahneye çıkarmışlardı, İngilizler bu nedenle ana yurtlarını dünyaya bağlayan denizleri korumak için adamakıllı zorlanmaya başlamışlardı. 1939 yılı sonuna kadar, 4 aylık süre zarfında 420.000 tonluk 115 İngiliz yük ve yolcu gemisi batmış, savaş gemileri de bu U-boatları fırtınasından kurtulamamışlardı.[1]
İngiliz ve Fransızlar denizlerdeki üstünlüklerinden yararlanarak hem Alman savaş sanayisinin temel maddesi olan ve Norveç’in Narvik limanı yolu ile gemilerle gönderilen İsveç demir madenlerinden mahrum etmek, hem de Almanyaya karşı uyguladıkları deniz ablukasını biraz daha daraltmak için Norveç’i istila etmeye karar vermişler ve hazırlıklara koyulmuşlardı. İstihbarat raporları bu konuda Alman Baş Komutanlığını uyarıcı haberler vermeye başladığında Hitler de, süratle harekete geçer. Düşman daha uygulamaya geçmeden, o bastıracaktır.[2]

Bu savaşa da neden olarak hammadde tedarik yollarının güven altına alınması için gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Çünkü Almanya hammadde bakımından oldukça kısıtlı bir coğrafyaya sahiptir. Bir şekilde Alman savaş makinasının hammaddesi olan demir cevherinin İsveç topraklarında bulunması ve bu hammaddenin üretilip dünya pazarına sunulduğu en yakın limanında Norveç’in kuzeyindeki Narvik Limanı olması bu işgali zorunlu hale getirmiştir. Çünkü İngiliz ve Fransız Hükümetleri de buradaki hammadde kaynağının tedariğini durdurabilselerdi Alman savaş endüstrisi büyük bir sekteye uğrayacak ve bu da savaşı kazanmak için anahtar hamle olacaktı. Ancak Hitler bunun farkına çok önceden varmıştı.[1]
Hitler, 1 Nisan’da nihai kararını vererek Norveç ve Danimarka’nın 9 Nisan saat 05.15’te işgal edilmesi için emrini verdi İşgalden hemen sonra alınan ilk raporlar sinir bozucuydu. Çünkü Norveç uçaksavarları ve kıyı topçusu yukardan emir almadan ateş açmıştı. Bu da Norveçlilerin böyle bir harekatı hazır beklediklerini gösteriyordu. Şayet, Hitler biraz daha bekleseydi harekatın baskın ve başarı şansı kalmayacaktı. 9 Nisan günü şafak sökerken çoğu muharip gemilerde olan öncü Alman birlikleri, Norveç’in Oslo’dan Narvik’e kadar olan bütün önemli limanlarına çıkarma ve indirme harekatlarını gerçekleştirdiler ve çok az direnişle karşılaşarak hepsini işgal ettiler. Komutanlar yerel yöneticilere, Norveç’i her an olması beklenen Müttefik işgalinden korumak için Almanya’nın himayesine aldıklarını bildirdiler. Almanya ve İngiltere, işgal planlarına aynı anda başlamışlar, hazırlıklarını atbaşı götürmüşlerdi. Fakat Almanya’nın son hamlesi daha hızlı ve güçlü olmuş ve bu yarışı neredeyse kıl payı kazanmıştır.
Şimdi muharebelerin seyrine geçerek, başlangıçta Norveç’in bütün önemli liman ve yerlerini ele geçiren birliklerin ne kadar küçük olduğunun ortaya çıktığını görebiliriz. Bu birlikler iki muharebe kruvazörü, bir muharebe gemisi, yedi kruvazör ve on dört muhrip, yirmi sekiz U-boat ve lojistik destek gemileri ve 10.000 askerde oluşuyordu. Bunlar işgal için tertiplenmiş öncü üç tümenin birlikleriydiler. İşgalin hiçbir yerinde bir seferde 2.000’den fazla asker görev almamıştı. Bir paraşüt taburu da Oslo ve Stavanger havaalanlarını ele geçirmek için görevlendirilmişti Paraşüt birlikleri muharebe alanlarında ilk kez kullanılıyordu ve çok da başarılı olmuşlardı. Fakat Almanların başarısında en belirleyici unsur 800 adet savaş ve 250 adet nakliye uçağıyla muharebeye katılan Alman Hava Kuvvetleri olmuştur. Bu çıkarma ilk safhasında Norveç halkını çok korkutmuş ve Müttefik karşı taarruzlarını felce uğratmıştır.[2]
İngiliz Kraliyet Donanması Norveç kıyılarına çıkarmalarda bulunup bazı noktalarda Almanları yenebildilerse işgal etikleri bölgelerde tutunmayı başaramayıp çekilmek zorunda kaldılar. Bu şekilde irili ufaklı çatışmalar kuzey noktasında yaşanmaya devam etti. Yıldırım Harbinin buradaki diğer özelliği ilk defa paraşütçülerin kullanılması ve Hava Kuvvetleri üstünlüğünün çok iyi kullanılmasıydı. Danimarka’nın ve Norveç’in işgaliyle birlikte Almanya artık Baltık denizinin Atlantik Okyanusuna açılan kapısı haline gelmişti. Bu kuzey bölgesinde hammadde ve ticaret tamamı ile Nazi Almanyası’nın kontrolüne geçmişti. Almanya kuzeyden gelen hammaddelerini güven altına almıştı ve İngiliz ve Fransız Hükümetlerinin savaşı kazanma inançları bir kez daha sarsılmıştı.[3]


[1]Kaynak Belgesel: Kawai K. , Apocalypse World War 2 (Aggression) 1/6, NationalGeographic, 2009
[2]Hart, L. , II. Dünya Savaşı Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998 s. 65, 66
[3]Kaynak Belgesel: Kawai K. , Apocalypse World War 2 (Aggression) 1/6, NationalGeographic, 2009

[1]Artuç İ. , Hitler ve İkinci Dünya Harbinin Kaderi, Kastaş Yayınları, 1984 s. 64, 65
[2]Artuç İ. , Hitler ve İkinci Dünya Harbinin Kaderi, Kastaş Yayınları, 1984 s. 67